Avrupa Tarihinin En Büyük Alkol Bağımlılığı!

YAŞAM 30.04.2021 - 19:20, Güncelleme: 30.06.2021 - 18:35
 

 Avrupa Tarihinin En Büyük Alkol Bağımlılığı!

18. yüzyılda İngiltere'de cin salgını öyle bir boyuta ulaşmış ki her dört evden birinde cin damıtılmaya başlamıştı.

İnsanlık tarihinin alkollü içeceklerle tam 9000 yıllık bir bağı bulunuyor. Bugün zihni yatıştırmak için sıklıkla kullanılan alkol, uygarlığın doğuşuna tanıklık etmiş nadir metalardan. Bilim insanları ilk alkollü içkinin M.Ö. 7000-6500 yılları arasında Çin’de yapılmış olduğunu düşünüyor. O tarihten sonra dünyanın farklı bölgelerinde fermente edilmiş pek çok alkollü içki üretilmiş. Antik Sümer ve Mısır döneminde alkolün tıp alanında kullanıldığı görülüyor. Özellikle depresyon ve çok ağrılı hastalıklarda alkol tüketilmesi tavsiye edilmiş. Antik Yunan ve Roma’da ise özellikle şarap günlük keyif için tüketilen içki haline geliyor. Orta Çağ dönemine gelindiğinde ise Cin çılgınlığı başlıyor.   Cin, ilk olarak Hollandalı doktor Franciscus Sylvius tarafından üretildi. Adını Felemenkçe “genever” (ardıç) kelimesinden alan bu içki, uzun yıllar ilaç niyetine eczanelerde satıldı.   Franciscus Slyius cini; ardıç meyvesi, turunç, tarçın, meyankökü ve anason gibi bitkileri damıtarak elde ediyordu. Sonrasında renksiz ve yoğun aromalı bir içki ortaya çıkıyordu. Bu içki, diğer alkolü içeceklere kıyasla daha saf ve sertti. Eskitilmeden şişelenip hemen satışa sunulurdu. Eczacılar, bu içkinin böbrek ve mide rahatsızlıklarının yanı sıra safra taşı ve gut gibi hastalıklara da iyi geldiğini söylüyordu. Bu nedenle çocuklar dışında her yaştan ve cinsiyetten insan düzenli olarak cin tüketmeye başladı. Cinin anavatanı aslında Hollanda’ydı. Ancak bu içki kısa bir süre sonra İngiliz içkisi olarak ünlendi. Bunun sebebi ise William of Orange’dı. Hollanda asıllı William of Orange kendisini İngiliz Kralı ilan ettikten sonra yeni tebaasına Hollanda içkisini tanıtmış ve İngilizler bu içkiye kısa bir sürede alışmıştı. Tam da bu dönemde Avrupa kentleri Sanayi Devrimi’nin etkisiyle büyümeye başlamıştı. 18. yüzyılda özellikle Londra’da büyük bir nüfus patlaması yaşanıyordu. 1700’lü yıllarda Londra’nın nüfusu 600.000 civarındaydı ki bu sayı 18. yüzyıl için inanılmaz büyük bir sayıydı. Kente göç eden bireylerin tek sorumluluğu fabrikalardaki işiydi. Köylerdeki sosyal kısıtlamaların hiçbiri kentlerde yoktu. Toplumu bir arada tutan dini cemaatler ve köy ahalisi artık geride kalmıştı. Bunun yerini dolduran şey ise alkol oldu. İşçi sınıfı arasındaki yeni çılgınlık: Cin çarpması 18. yüzyılda Avrupa kentlerinde yeni sosyal sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunlardan en önemlisi yoksulluk ve evsizlikti. Dünya büyük bir dönüşüm sürecine giriyordu. Teknoloji inanılmaz bir hızla gelişiyor, Avrupa’nın her noktasına fabrikalar kuruluyordu. Ancak nüfus yoğunluğu nedeniyle fabrikada çalışan işçilerin ücretleri çok düşüktü. Avrupa’da tam anlamıyla sefalet yaşanıyordu. Şehirlerdeki evsiz insanlar, kederlerini çoğunlukla alkolle bastırma yolunu seçiyordu. Cin yaygınlaşmadan önce Avrupalılar sıklıkla bira içiyordu. Bir noktaya kadar kadınlar da bira içerdi. Ancak birahaneler her zaman erkek alanları olarak görülmüştü. Yeni ve metropol olan cin, bu eski alışkanlıkların hiçbirini hatırlatmıyordu. Cin etrafında kural yoktu. Kimin içebileceği, ne zaman içebileceği ya da ne kadar içebileceği konusunda hiçbir sosyal norm yoktu.  Özellikle İngiltere’de alkol tüketimi öyle bir noktaya ulaşmıştı ki bu süreç tarihe “cin çılgınlığı” dönemi olarak geçti. Ancak kayıtlar, 1720’li yıllarda cinin olumsuz bir itibar geliştirdiğini gösteriyor. Örneğin Middlesex’teki sulh hakimlerinin kayıtlarında cin; “aşağı türden insanlar arasında işlenen tüm ahlaksızlıkların ve sefahatin temel nedeni” olarak tanımlanmıştı. Yaygın sarhoşluk, özellikle Londra şehrinde bir salgın haline geldi. Nihayet, hükümet 1736 Cin Yasası ile harekete geçti. Bu yasayla alkol ağır bir şekilde vergilendirdi ve barlarda cin satmak için özel bir lisans taşınması zorunlu kılındı. Alkol bağımlılığı kötü şöhrete sahip sayısız olaya neden oluyordu. İnsanlar kıyafetlerini satarak içki alıyor ve hatta kendi çocuklarını öldürüyordu. Bu olaylardan en trajik olanı hiç kuşkusuz Judith Defour’un vakasıydı. Judith kocasından ayrılmış, fakir bir kadındı. Yoksul olduğu için kızı Mary bakımevinde kalıyordu. Bir gün Judith çocuğunu dışarı çıkarmak istedi. Bakımevi yetkilileri Mary’e güzel ve yeni kıyafetler giydirmişti. Annesi onu sabah alacak akşam tekrar bakımevine bırakacaktı. Ancak Mary bir daha geri dönemedi. Judith sadece cin alabilmek için çocuğunu öldürmüştü. Mary’i önce boğmuş ardından kıyafetlerini satarak alkol almıştı. Judith Defour muhtemelen zihinsel olarak rahatsızdı. Ancak onun davası kamuoyunda sansasyon yarattı. Çünkü bu durum ahlaki çöküntü ve alkolizme dair her şeyi özetliyordu. Cin, o günlerde şu an olduğundan iki kat daha sertti. Bazı üreticiler içkiye sülfürik asit dahi eklerdi. İngiltere’de cin salgını öyle bir boyuta ulaşmış ki her dört evden birinde cin damıtılmaya başlamıştı. Sonunda devlet, sarhoş gezen halkına bu içkiyi tüketmelerini yasakladı. Ancak yasağı öğrenen halk kısa bir süre içinde isyan başlattı. İnsanlar cini seviyorlardı ve bırakmaya da hiç niyetleri yoktu. Hükümet bir şekilde alkol tüketimini azaltmak istiyordu. Bu nedenle cin içenlere vergi üstüne vergi yüklendi. Ancak insanlar vergiyi de ödemedi. Bunun üzerine hükümet, ruhsatsız cin üreten kişileri cezalandırmak için adeta seferberlik başlattı. Hükümetin muhbirleri her yerdeydi. Bu muhbirleri yakalamak ve cezalandırmak (dövmek) için halk arasında çeteler oluşturuldu.   Çeteler muhbirleri ya ölümüne dövüyor ya da para verip susturuyordu. Böylece kaosa rüşvetçi bir grup daha dahil olmuştu: Halk, hükümet ve muhbirler. Ne yazık ki tüm yasaklamalarda olduğu gibi cin yasağı da ters etki yaptı. Alkol tüketmek her zamankinden daha popüler hale geldi. Hükümet düzenlemesiyle cin üretimi yeraltına itilmişti. Yasadışı damıtılan cin genellikle çok daha sertti ve zehirlenmeye neden oluyordu. İnsanların ölmesi, onların sarhoş olmasından daha büyük bir sorundu. Bu nedenle 1743 yılında Cin Yasası yürürlükten kaldırıldı.
18. yüzyılda İngiltere'de cin salgını öyle bir boyuta ulaşmış ki her dört evden birinde cin damıtılmaya başlamıştı.

İnsanlık tarihinin alkollü içeceklerle tam 9000 yıllık bir bağı bulunuyor. Bugün zihni yatıştırmak için sıklıkla kullanılan alkol, uygarlığın doğuşuna tanıklık etmiş nadir metalardan. Bilim insanları ilk alkollü içkinin M.Ö. 7000-6500 yılları arasında Çin’de yapılmış olduğunu düşünüyor. O tarihten sonra dünyanın farklı bölgelerinde fermente edilmiş pek çok alkollü içki üretilmiş. Antik Sümer ve Mısır döneminde alkolün tıp alanında kullanıldığı görülüyor. Özellikle depresyon ve çok ağrılı hastalıklarda alkol tüketilmesi tavsiye edilmiş. Antik Yunan ve Roma’da ise özellikle şarap günlük keyif için tüketilen içki haline geliyor. Orta Çağ dönemine gelindiğinde ise Cin çılgınlığı başlıyor.

 

Cin, ilk olarak Hollandalı doktor Franciscus Sylvius tarafından üretildi. Adını Felemenkçe “genever” (ardıç) kelimesinden alan bu içki, uzun yıllar ilaç niyetine eczanelerde satıldı.

 

Franciscus Slyius cini; ardıç meyvesi, turunç, tarçın, meyankökü ve anason gibi bitkileri damıtarak elde ediyordu. Sonrasında renksiz ve yoğun aromalı bir içki ortaya çıkıyordu. Bu içki, diğer alkolü içeceklere kıyasla daha saf ve sertti. Eskitilmeden şişelenip hemen satışa sunulurdu. Eczacılar, bu içkinin böbrek ve mide rahatsızlıklarının yanı sıra safra taşı ve gut gibi hastalıklara da iyi geldiğini söylüyordu. Bu nedenle çocuklar dışında her yaştan ve cinsiyetten insan düzenli olarak cin tüketmeye başladı.


Cinin anavatanı aslında Hollanda’ydı. Ancak bu içki kısa bir süre sonra İngiliz içkisi olarak ünlendi.


Bunun sebebi ise William of Orange’dı. Hollanda asıllı William of Orange kendisini İngiliz Kralı ilan ettikten sonra yeni tebaasına Hollanda içkisini tanıtmış ve İngilizler bu içkiye kısa bir sürede alışmıştı.
Tam da bu dönemde Avrupa kentleri Sanayi Devrimi’nin etkisiyle büyümeye başlamıştı. 18. yüzyılda özellikle Londra’da büyük bir nüfus patlaması yaşanıyordu. 1700’lü yıllarda Londra’nın nüfusu 600.000 civarındaydı ki bu sayı 18. yüzyıl için inanılmaz büyük bir sayıydı. Kente göç eden bireylerin tek sorumluluğu fabrikalardaki işiydi. Köylerdeki sosyal kısıtlamaların hiçbiri kentlerde yoktu. Toplumu bir arada tutan dini cemaatler ve köy ahalisi artık geride kalmıştı. Bunun yerini dolduran şey ise alkol oldu.


İşçi sınıfı arasındaki yeni çılgınlık: Cin çarpması


18. yüzyılda Avrupa kentlerinde yeni sosyal sorunlar ortaya çıkmaya başlamıştı. Bunlardan en önemlisi yoksulluk ve evsizlikti. Dünya büyük bir dönüşüm sürecine giriyordu. Teknoloji inanılmaz bir hızla gelişiyor, Avrupa’nın her noktasına fabrikalar kuruluyordu. Ancak nüfus yoğunluğu nedeniyle fabrikada çalışan işçilerin ücretleri çok düşüktü. Avrupa’da tam anlamıyla sefalet yaşanıyordu. Şehirlerdeki evsiz insanlar, kederlerini çoğunlukla alkolle bastırma yolunu seçiyordu.
Cin yaygınlaşmadan önce Avrupalılar sıklıkla bira içiyordu. Bir noktaya kadar kadınlar da bira içerdi. Ancak birahaneler her zaman erkek alanları olarak görülmüştü. Yeni ve metropol olan cin, bu eski alışkanlıkların hiçbirini hatırlatmıyordu. Cin etrafında kural yoktu. Kimin içebileceği, ne zaman içebileceği ya da ne kadar içebileceği konusunda hiçbir sosyal norm yoktu. 


Özellikle İngiltere’de alkol tüketimi öyle bir noktaya ulaşmıştı ki bu süreç tarihe “cin çılgınlığı” dönemi olarak geçti. Ancak kayıtlar, 1720’li yıllarda cinin olumsuz bir itibar geliştirdiğini gösteriyor. Örneğin Middlesex’teki sulh hakimlerinin kayıtlarında cin; “aşağı türden insanlar arasında işlenen tüm ahlaksızlıkların ve sefahatin temel nedeni” olarak tanımlanmıştı. Yaygın sarhoşluk, özellikle Londra şehrinde bir salgın haline geldi. Nihayet, hükümet 1736 Cin Yasası ile harekete geçti. Bu yasayla alkol ağır bir şekilde vergilendirdi ve barlarda cin satmak için özel bir lisans taşınması zorunlu kılındı.


Alkol bağımlılığı kötü şöhrete sahip sayısız olaya neden oluyordu. İnsanlar kıyafetlerini satarak içki alıyor ve hatta kendi çocuklarını öldürüyordu.


Bu olaylardan en trajik olanı hiç kuşkusuz Judith Defour’un vakasıydı. Judith kocasından ayrılmış, fakir bir kadındı. Yoksul olduğu için kızı Mary bakımevinde kalıyordu. Bir gün Judith çocuğunu dışarı çıkarmak istedi. Bakımevi yetkilileri Mary’e güzel ve yeni kıyafetler giydirmişti. Annesi onu sabah alacak akşam tekrar bakımevine bırakacaktı. Ancak Mary bir daha geri dönemedi. Judith sadece cin alabilmek için çocuğunu öldürmüştü. Mary’i önce boğmuş ardından kıyafetlerini satarak alkol almıştı. Judith Defour muhtemelen zihinsel olarak rahatsızdı. Ancak onun davası kamuoyunda sansasyon yarattı. Çünkü bu durum ahlaki çöküntü ve alkolizme dair her şeyi özetliyordu.
Cin, o günlerde şu an olduğundan iki kat daha sertti. Bazı üreticiler içkiye sülfürik asit dahi eklerdi.


İngiltere’de cin salgını öyle bir boyuta ulaşmış ki her dört evden birinde cin damıtılmaya başlamıştı. Sonunda devlet, sarhoş gezen halkına bu içkiyi tüketmelerini yasakladı. Ancak yasağı öğrenen halk kısa bir süre içinde isyan başlattı. İnsanlar cini seviyorlardı ve bırakmaya da hiç niyetleri yoktu. Hükümet bir şekilde alkol tüketimini azaltmak istiyordu. Bu nedenle cin içenlere vergi üstüne vergi yüklendi. Ancak insanlar vergiyi de ödemedi. Bunun üzerine hükümet, ruhsatsız cin üreten kişileri cezalandırmak için adeta seferberlik başlattı. Hükümetin muhbirleri her yerdeydi. Bu muhbirleri yakalamak ve cezalandırmak (dövmek) için halk arasında çeteler oluşturuldu.

 

Çeteler muhbirleri ya ölümüne dövüyor ya da para verip susturuyordu. Böylece kaosa rüşvetçi bir grup daha dahil olmuştu: Halk, hükümet ve muhbirler.


Ne yazık ki tüm yasaklamalarda olduğu gibi cin yasağı da ters etki yaptı. Alkol tüketmek her zamankinden daha popüler hale geldi. Hükümet düzenlemesiyle cin üretimi yeraltına itilmişti. Yasadışı damıtılan cin genellikle çok daha sertti ve zehirlenmeye neden oluyordu. İnsanların ölmesi, onların sarhoş olmasından daha büyük bir sorundu. Bu nedenle 1743 yılında Cin Yasası yürürlükten kaldırıldı.

Habere ifade bırak !
Habere ait etiket tanımlanmamış.
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve fisiltihaber.com.tr sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.