Bir insan, her canlı gibi evrende var olur, gözlerini hiç tanımadığı bir insanın kollarında açar, sesini çıkartmaya ve vücudunu olabildiğince hareket ettirmeye başlar. Artık var olmuştur. O vardır, kendisidir ve gelecekte bilmediği bir zamanda yok olacaktır. Ömrünün bu en önemli iki olayı ondan bihaber olup bitecektir. Başlangıçtaki tanıma evresi zaman ilerledikçe alışma ve bıkma evrelerine dönüşecektir. En son, her şey elinden kayıp gittiğinde ilk baştaki tanıma heyecanının yerini özlemin ve değer bilmenin kalan son kırıntıları alacaktır. İşte genellikle son zamanlarında insan hayatımda ne yaptım diye düşünmeye başlıyor. Kimlere ulaştım ve kimlerin hayatına renk kattım? Hiç mi? Yoksa çok az mı? Hep düşünme sırasına en başa kendimi mi koydum; yoksa başkalarını mı? Bizlere her ne açıklaması olursa olsun verilen bu yaşam diliminde ne yapmak düşüyor? Yaşamayı kendimiz seçmediğimiz için hiçbir şey mi; yoksa bir hiç olmadığımızı bilmenin farkındalığıyla evreni doğamız için en başındaki gibi yaşanılabilir kılmak mı? Ben ikincisini tercih ediyorum. Her birinin bir amaç uğruna icat edildiğini bildiğim geçici eşyalara kafamı gömüp keşfedilmeyi bekleyen koca evrenden kendimi uzaklaştırmak istememem beni tüm bu yazdıklarıma iten nedendir. Ah, o kadar kaptırmışız ki kendimizi bu zamana, bu alışkanlıklara ve sınırları olan hayallere. Neyin nasıl ve neden başladığını göremeyecek şekle sokmuşuz beynimizi.Tek bakılan: sonuç. Ne olmuş, ne bitmiş, kimmiş, ne zamanmış? Sorduğumuz amaçsız soruları ve hemen duymayı istediğimiz cevapları dünyayla ilgileniyormuşuz gibi yaptığımız araçlar haline getirmişiz. Bilgiye aslında daha kolay ve hızlı ulaştığımızı sandığımız zamanın tek hedefinin aslında hepimizin aynı düşünmesini sağlayan teknolojiyle birlikte bizi yetiştirdiğini göremeyecek kadar kör olmuşuz. Cihazlarımızın akıllı olmasının bizi daha farkında bir birey yaptığını düşünecek kadar akılsız bakar olmuşuz dünyaya.Ve en önemlisi her dünya dediğimde her birinizin kafasında aynı ülkelerin ve olayların oluşmasını sağlayacak kadar dar bakar olmuşuz ‘’dünyaya’’. Nedir bu kafalarımızı farklı yapan şey? O ilk gözlerimizi açtığımız an. O an. Neyin ne olduğunu anlamaya çalıştığımız, en saf ve masum insan doğasını yaşadığımız an. Dıştan hiçbir etkinin olmadığı ve hepimizin başka başka gözlerle düşündüğümüz saniyeler.
Dıştan bir etki dedim evet.Dünyada kalmaya başladığımız andan itibaren dışarıdan gelen etki artıyor ve yetişkin olduğumuzu düşünmeye başladığımız saniyeden itibaren de dışarıya verdiğimiz etkiler ve dokunduğumuz kişi sayısı artıyor. İlk yürüyerek bir yerlere kendi başımıza ulaşabileceğimiz duygusunu hissediyoruz, sonra elimizden tutuyorlar sanki bıraksalar dünyanın diğer ucuna gidebilecekmişiz gibi. Pes etmiyoruz konuşmayı öğreniyoruz, sonra çok soru sormamamız gerektiğini ve nerede nasıl konuşmamız gerektiğini öğretiyorlar. Fazla soru duyduklarında sıkılıyorlar ve kafalarına hangi cevap gelirse direkt yapıştırıveriyorlar. Nasıl bir etki bıraktıklarını bilmeden. Sonra okumayı ve yazmayı öğretiyorlar bize. Fakat neyi okuyup neyi okumayacağımıza karar verdikten sonra. İşte o zaman tüm dünyamız şekilleniyor. İşte bu farkındalık kesintisi burada tam da burada başlıyor.Okumak ve yazmak. Başka birinin kafasından geçenleri okuyabilmek, anlayabilmek. En azından anlamaya çalışmak.Kendi kafamızdaki karşımızdakinin anlayabileceği gibi yazmaya başlamak. Beynimizin içindekileri somutlaştırmak bizi bu dünyada var etmek.Ben de varım demek.Arkamızda bize dair kalıntılar bırakmak.
Aslına inildiğinde küçük bir amaçla icat edilmiş fakat şimdi koskoca dünyanın seyrini değiştiren bir varlık.Medeniyetlerin kendilerinden yüzyıllar sonraki nesilleri düşünerek bıraktığı koca bir miras o beyaz kağıtların üstünde.Bulunan tüm icatlar,keşfedilmiş tüm yerler ve aktarılmak istenilen tüm her şey tek bir icadın arasında.Ve biz de onu kullanıyoruz. Ne yazıktır ki genelde zorunda olduğumuz için kullanıyoruz.
Sahiden her gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz sadece bulutlar mı yoksa bu dünyanın gerçekten de çözülmeyi bekleyen milyonlarca malzemeden oluştuğu mu? Eğer ikincisiyse almayı istediğimizi bilgileri hazır mı almak daha mantıklı geliyor yoksa kendi çabamızla öğrenmek mi? Yani bir gerçek aktarılabiliyorsa bir fikir de aktarılabilir mi Evet ,tabii ki evet. Doğrusunu bile bilmediğimiz yanlışları dinlediğimizi anca dünyadan haberimiz olduğunda fark edebileceğiz. Gelişmenin tek taraflı bir şey olmadığını görecek gözlerimiz.Çünkü biz gelişiyorsak, bir başkası da ilerliyor olacak. İşte bu yüzden toz zerresi olduğumuz bu yerde görmek istediklerimizin de önüne geçmemiz lazım.Bu bizim doğamız ve bu doğayı terk etmeye devam ettiğimiz her dakika kendimizden eksileceğiz. Ben eksileceğim, sen eksileceksin, dünya eksilecek ve nesiller böylece kendilerini tanımadan göçüp gidecekler onlara verilen bu küçük ömürde.Gömüldükleri teknolojide kaybolup azalacaklar.İşte o gün tek suçlu biz olacağız.Yaşamlarımızın ve kendi düşüncelerimizin tek doğru olduklarını düşündüğümüz an yanlış yaptığımızı anlayamayacak kadar sahteliğe batmış durumda olacağız. Her neye şahit olursak olalım düşünmeli ve tartmalı insan.Unutmayın; her insan okuyabilir ve konuşabilir fakat çok azı gördüğünü sorgular..(George Carlin)