Diyorlar ki “anne baba mutlu olursa, çocuk da olur.” Bunu bilmeyen var mı? Yok. Peki, anne babanın mutlu olması için bir şey yapan var mı, e o da yok. Birinin bir şey yapmasını geçtim. Soluduğumuz hava bile mutsuz. Biz nasıl olalım?
Kısırdöngü içindeyiz sanki. Kötü bir şeyler oluyor, yıkılıyoruz, korkuyoruz, sonra hayatın bir yerinden ucundan kıyısından tutunmaya çalışıyoruz. Bir diğer yandan da sanki her şey düzeltmek bizim elimizdeymiş gibi çözüm arıyoruz.
Kimi kendini işe veriyor, kimi spora, kimi okumaya, kimi örgü örmeye. Yani günlük hayatımıza dışarıdan bakınca bir sorun görünmüyor. “Ay kadına bak haftada 3 spora gidiyor. Şu adamı duydun mu yine balığa gitmiş. Ay ne güzel örgü örüyorsunuz.”
Ancak içimiz patlıyor! Nefes alamıyoruz!
Tüm bu tutunma mücadelesinde bazen bakıyoruz ki aslında her şey bize karşı.
Kim işinde mutlu ve zevkle gidiyor her sabah?
Kim istediği işi yapabiliyor?
Kim kendine zaman ayırabiliyor?
Kim sürekli yakınları tarafından sitem dolu mesaj yağmuruna tutulmuyor?
Kim bir şeyler yapmak isteyip de destek bulamıyor?
Kim haksızlığa uğramıyor?
Oran vermeye gerek yok. İşsizlik oranları ortada. Zaten benim, sağıma soluma bakmama gerek yok. Aynaya bakınca görüyorum mesleğini yapamayan birini mesela. Hadi ben şanslıyım, evi geçindiren ben değilim. Ya öyle olsaydım?
Şimdi kızımın yanında bir şekilde durumu kurtarmaya çalışıyorum da… O zaman nasıl “mutlu” oyununu oynayacaktım mesela?
Böyle sanki bizi kurmuşlar ve öyle ilerliyoruz. Ya da uzaktan kumanda ile biri bize komut veriyor. Bazen aynen böyle hissediyorum. Bir düğmem var. Basıyorlar, uyanıyorum, kahvemi içiyor, işlerimi hallediyorum…
Şimdi onca makale okuyoruz, birçok felsefeyi öğrenmeye çalışıyoruz, yeri geliyor terapiye gidiyoruz fakat sürekli mutlu olmak için bir neden aramak da zor değil mi Allah aşkına? Tabii ki evlatlarımız sağlıklı, ona çok şükür, bahsettiğim konu da o değil zaten.
Çocuk oyun oynamak istiyor, aklım haberlerde.
Çocuk bir yerlere gitmek istiyor, neresi güvenli diye düşünüp saatlerce karar veremiyorum.
Çocuk ilerisi için bir şeyler soruyor, ben yine cevapsız bakıyorum suratına.
Bizim günlerimiz gidiyor ya asıl çocuklarımızı etkiliyoruz.
Bizim ev minik. Sadece salonda televizyon var. Haberleri Irmak’ın yanında açmayız hiç. Fakat Pazar akşamı izlemek istedim. “Şu anda haberleri izlemek istiyorum fakat kötü şeyler oluyor, görmemelisin. İçeri gider misin lütfen” dedim. Psikologların kızacağı bir cümle sanırım. Ama dedim mi? Dedim. Arkın destek verdi mi? Verdi. İzledik mi, evet! Sonra Irmak’a rol yapabildik mi, hayır. Kapadık her şeyi, “bari oyun oynayalım” dedik. Neler olduğunu sordu bir şeyler geveledik. Zaten endişeleri ve korkuları var ve anlatıp bir yenisini yüklemek istemiyorum.
Neyse. Uzun lafın kısası. Mutsuz nesiliz biz. Teknolojiye ortasından yetişmiş, büyüdüğü cam fanusun dışını, “herkes bizim gibi değilmiş”i 20’li yaşlarının ortasında- geç –gören (sosyal medya sağolsun), “aman yavrum insanlara güven” diye büyütüldükten sonra aslında hiç güvenmemesi gerektiğini fena şekilde öğrenen bir nesiliz.
Bütün çocuk psikolojiyle ilgili kitaplarda “siz mutlu olun, çocuğunuz da olur” yazıyor. Bizim çocuklarımız mutsuz olacak demek ki.
Kötülük her zaman vardı. Fakat kimse bu kadar bilmiyordu belki de. Ya da o zaman daha mı bencildi insanlar? Ve o yüzden de belki daha kolay mutlu olabiliyordu. Kendini evine, çocuklarına verebiliyordu kadınlar, erkekler.
Biz, “kendi işini kurma aman gir maaşla çalış bir yerde, garantisi olsun” diye büyütülen, hayallerinin peşinden gitmek yerine “etiketi olan, meslek kazandırdığı iddia edilen okullara” yönlendirilen, bazı konularda geç kalan, insanları geç tanıyan bir nesiliz.
Ve şu an mutsuzuz. Gerçekten mutlu olamıyoruz ki mutlu, ayaklarının üzerinde durabilen, “hayallerinin peşinde giden” çocuklar yetiştirelim.
Şebnem Seçkiner