Kıskançlığın Önemini Dersle Öğreten Liseli Delikanlı!
Ekşi sözlük yazarlarından hanrygale'in sevgiliye söylenen en güzel sözler başlığında paylaştığı bu entrysi ile kim bilir belki size de ilham kaynağı olur. ''Ya ne zamandır biri var, arayıp duruyor''dur.
Sevgililik mertebesine dair duyguların en basit, en göründüğü gibi yaşandığı dönem olan lise döneminde, sevgilinin yanında başka bir erkek görmek, onu başka bir erkeğe dokunurken izlemek zulümlerin en testere olanıydı. Sevdiceğim benden başka bir erkeğe cümle kurmasın, sadece benimle konuşsun, bütün dertlerini bana anlatsın, günlüğünü bile benim vücuduma yazsın isterdim.
Gideceği her yere ben götürmeli, dershane çıkışlarında onu yalnız ben beklemeliydim. Dershane çıkışı yan sınıfta ders gören sevgilinin kapıdan çıkıp yanıma gelerek yanağıma konduracağı öpücük için kafamın duruş açısını ayarlarken, Emre'yle beraber kol kola kapıdan çıkan sevgilimi görünce sağ arkaya doğru hafif yatırdığım kafamı doğrultup suratımda emanet gibi duran sırıtışla yanlarına gittim.
Civelek bir şekilde; ''Eee nereye gidiyoruz?'' diyerek, aslında onu hiç kıskanmadığımı, kız arkadaşımın erkek arkadaşlarıyla olan ilişkisini büyütmediğimi, geniş görüşlü birisi olduğumu, hatta onun erkek arkadaşlarıyla iyi anlaşmaya çalıştığımı göstermek için kendimi yırttım.
Deniz kenarında iskelenin hemen altında bulunan kafeye gidip oturduk. sevgilim benim yanıma değil, Emre'nin yanına oturup arada bir bana manalı manalı sevgili bakışları atıyordu. Ben de bu bakışlarına mal gibi bakarak karşılık veriyor, bir yandan da, ''Ee emre sizin dükkanda işler nasıl?'' gibi sahte muhabbetlerle ortamın sohbet harlayıcısının ben olduğumu sevgiliye hissettirmeye çalışıyordum.
Ama o affetmiyor, sanki bana inat yapıyormuş gibi, Emre'nin koluna giriyor, benimkilerden çok onun esprilerine gülüyor, benim son deneme sınavındaki şehir derecemden çok onun turistleri nasıl kazıkladığına dair anlattığı tiksinç, balgamlı anılarını; ''hadi yaa, ohaaa, inanmaam'' gibi ifadelerle onaylıyordu.
Sol tarafımda oturan, hayat yoldaşım, en az benim kadar bahtsız, babasının kundura dükkanında çalışmaktan aldığı keyfi başka hiçbir şeyden almayan mal arkadaşım Hilmi ''noluyor lan?'' manasında beni dürtmekten sağ ayağımı ''en az üç ay iş görmez raporuna'' doğru sürüklüyordu.
Adi Emre'nin bir anlık adisyonu unutma manevrasıyla bana bıraktığı hesabı ödeyip kafeden çıktıktan sonra, sevgiliye dönüp, ''seni eve bırakayım.'' dedim, ''ya Emre de bizim o tarafta oturuyor ben onunla giderim'' cevabını alarak Hilmi'yle mahalleye doğru iki elimizi arkada birleştirip yürümeye başladık.
Mahallenin girişindeki mandırada çalışan, anlattığı eski sevgili ve kız tavlama hikayeleriyle mahallenin en çok ilgi gören ağabeylerinden biri olan, mahalle büyükleri tarafından; ''Kaygan Kerem'' olarak anılan Kerem abiye bu konuda danışmaya karar verdik. Kerem abi geçmişindeki hatalarından çıkardığı sonuçlar çerçevesinde kurduğu denklemini bize 3 dal sigara karşılığında bir güzel sattı. ''Tamam Kerem abi hepsi aklımda, aynen uygulayacağım yarın'' diyerek çıktık mandıradan.
Akşam, aile içindeki gecelerde en iyi anlaştığım, okumadığı için Hilmi'nin babasının yanında tezgahtarlık yapan kuzenimi aradım ve durumu anlattım. ''Ya nolcak siz daha yenisiniz olur böyle şeyler'' diyerek geçiştirmeye çalışırken, ''bunları biz de düşündük herhalde yardım edeceksen et etmeyeceksen beni oyalama hem ben sana Antalya'ya kaçtığında yardım etmiştim'' diyerek suratına kapadım telefonu. On saniye sonra telefon çaldı, ''tamam, anlat hadi.'' dedi. Kerem abinin anlattıklarını bir bir anlattım. Karşı çıkacak gibi oldu, hemen sesimi yükseltip, ona yaptığım iyilikleri yüzüne vurarak bastırdım.
3 gün sonra sevgiliyle beraber dershanenin kantininde otururken telefonum çaldı. Ben o sırada çay alırken telefonuma bakan sevgilim dönüşte; ''Esra kim?'' diye sordu. ''Bilmem nerden çıktı?'' dedim. ''Az önce seni aradı.'' dedi. ''Bilmiyorum'' deyip, kantinin televizyonundan Almanya Grand Prix'ini izlemeye devam ettim. Barrichello inanılmaz bir yarış çıkarıyor ve yağmurlu havada kuru hava lastikleriyle pite girmeyerek birinciliğe gidiyordu. On dakika sonra yine telefonum çaldı, arayan yine Esra'ydı. Yine sevgilim aldı telefonu ve yine benzer bir konuşmanın finalinde; ''yanlış anlama diye sana söylemedim ama; ya ne zamandır biri var, arayıp duruyor'' dedim. Sevgili ''nasıl biri var yaa... İsmi kayıtlı sende'' diye haykırınca, ''ya ne biliyim, kaydettim işte öyle rastgele bi isimle'' diyerek geçiştirdim.
İşte bu andan itibaren yaşanan bir saatlik sessizlik ve Barrichello'nun zaferiyle sonuçlanan yarıştan sonra sevgiliye yansıttığım ''az önce yaşadıklarımız pek de umurumda değil'' havası tıkır tıkır işledi. Sevgilinin ilgisi arttı. Dershane sınavında ilçe genelinde yaptığım derecenin ne kadar önemli olduğundan bahsetmeye başladı. ''Barrichello, bari çello çalsaydı.'' dedim kahkaha attı. ''Canım abarttın sen de, bu hiç komik değildi'' dediğimde yanakları al al dolu. Ama telefonum daha sonraki üç ders boyunca susmadı. Esra hala arıyordu. Dersten sonra tuvalete gittim ve Esra'yı aradım; ''tamam lan Yılmaz, arayıp durma, hallettik biz o meseleyi'' deyip kapattım. ''Tıss tıss'' diye güldü kuzen. ben sevgiliye, bizi bundan daha fazla mutlu eden bir söz söylemedim.