2018’in En İyi 4 Yerli Filmi!
4. Sibel
Bilmediğimiz yerlerde, bilmediğimiz bir biçimde konuşan, bildiğimiz insanların hikâyesi Sibel. İletişim biçimi kuş dili (ıslık dili) de olsa aynı baskıların, aynı mücadelelerin, kendin olarak hayatta kalabilmenin konuşulduğu bir anlatı sunuyor izleyicisine. Damla Sönmez’in canlandırdığı Sibel karakteri, Karadeniz’de Kuş Köy adında bir yerde hayatını sürdüren, dilsiz bir genç kadın. Ancak yaşadığı köyün en önemli özelliği, yıllar içerisinde insanların birbiriyle uzak mesafeleri ortadan kaldırabilecek biçimde ıslıkla haberleşmesi. Bu dil, Sibel’in de kendisini ifade etmesine yarayan en önemli nosyonlardan biri olarak karşımıza çıkıyor. Karakter, güçlü ve başına buyruk yapısıyla köyün kadınları arasında dışarıda kalan, babasının da üzerinde ekstra bir baskı kurmaya çalışmadığı bir hayata sahip. İnsanlardan kaçıp ormanın derinliklerinde korkusuzca dolaşan Sibel’in motivasyonu ise ormanda olduğu söylenen kurdu bulup kendisini herkese kanıtlamak. Böylesi bir evrende, kendi mücadelesini veren Sibel karakterinin en önemli özelliği içinde bulunduğu şartları dönüştürmesi hem de yalnızca kendisi için değil.
3. Yuva
Emre Yeksan’ın Yuva’da tehdit unsurunu yaratırken kullandığı imgeler, filmin anlatısını Türkiye tarihiyle ilişkilendirmek konusunda son derece işlevsel. Tarih boyunca resmi ideolojinin “öteki” bellediği her kesime yönelebilecek güçlü çağrışımların kapısı aralanıyor bu kullanımlarla. Boşaltılan Kürt köylerinden, Alevilerin kapısına atılan kırmızı çarpı işaretlerine, Gezi direnişindeki polis saldırılarından, kentsel dönüşümle yaşam alanından uzaklaştırılanlara kadar geniş bir yelpazeye sahip Yuva’nın yarattığı anlam dünyası. Dolayısıyla insan-doğa ilişkine, hatta doğanın gücüne bir ağıt olduğu kadar politik de bir film Yuva. Yeksan, politik yönü olan görsel imgelerle filmini zenginleştirmekle kalmıyor; Veysel’in eylemleri üzerinden filmini, slogan atmayan, zarif bir direniş anlatısına çeviriyor.
2. Gulyabani
Gürcan Keltek’in dünya çapında ses getiren filmi Meteorlar’ı henüz izleme fırsatı bulamazken, bu sene Başka Sinema tarafından düzenlenmeye başlanan Başka Sinema Ayvalık Film Festivali’nde gerçekleştirilen Gulyabani filminin gösterimiyle, Keltek’in sinemasının incelikli ve dokunaklı yapısına şahit olabilmek yılın en önemli deneyimlerinden biriydi. İzmir’de bir müneccim olarak tanınan ve Gürcan Keltek’in hayatında yer tutan Fethiye Sessiz’in hasta yatağında geçmişin geleceğin, gerçek ve malum olanın birbirine karıştığı tekinsiz noktalarda geziniyor Gulyabani. Yarı kurmaca bir belgesel olarak tanımlayabileceğimiz film, anlatısı boyunca Fethiye Sessiz’in hatıralarının izini sürüyor.
1. Ahlat Ağacı
Akın Aksu’nun kendi hayatına dayanan Ahlat’ın Yalnızlığı adlı öyküsünden yola çıkılan filmde, edebiyatla haşır neşir olan ve yazdığı kitabı bir miktar para biriktirerek bastırmanın peşindeki Sinan karakterini izliyoruz. Karakterin temel motivasyonu ise kitabı bastırmaktan ziyade bunu başararak babası olmadığını kanıtlamak. Bergman’ın Güz Sonatı filminde geçen “Kızının felaketi, annenin zaferi midir? Benim kederim senin saklı zevkin mi?” repliğini üç kuşak üzerinden yeniden deneyimliyoruz adeta. Murat Cemcir’in canlandırdığı baba karakterinin, kendi babasının arazisinde bir kuyu kazdığına şahit oluyoruz. Bu kuyudan su çıkması babanın kendisini kanıtlaması için bir elzem, tıpkı Sinan’ın kitabı gibi. Ne olduğumuz ve ne olacağımız üzerinden bitmek bilmeyen bir kanıtlama hâlinin izlerini sürüyoruz izleyiciyi bir dakika bile sıkmayan üç saatlik sürede. Filmin tüm bu bireyselliğinin yanında -bireysel olanın önünde sonunda politik olması üzerinden- toplumsal yüzleşmelere de açımlandığı sahnelerde dinle, sistemle, entelektüel olanla çatışmanın da farklı nüansları perdeye yansıyor.