39 m²’lik stüdyo dairede yaşıyorum. Duvara doğru katlanan bir yatakta uyuyorum. 6 adet gömleğim var. Salatalar ve ana yemekler için kullandığım 10 kasem var. Yemeğe misafirlerim olduğunda, uzatılabilen yemek masamı açıyorum. Tek bir CD’m ya da DVD’m yok; bir zamanlar sahip olduğum kitapların yalnızca %10’unu saklıyorum.
90ların sonunda yaşadığım hayattan bugüne dek uzun bir yol kat ettim; bir internet şirketinin satışıyla elime geçen yüklü miktardaki nakit, eşyalarla dolup taşan devasa bir eve sahip olmamı sağlamıştı – elektronik aletler, arabalar, cihazlar, aletler…
Bir şekilde, tüm bu eşyalar hayatımı yönetmeye başladı; tükettiğim şeyler, nihayetinde beni tüketmeye başladı. İçinde bulunduğum şartlar, alışılagelmiş değildi (30’undan önce herkesin başına talih kuşu konmaz); ama materyal şeylerle olan ilişkim sıradandı.
Mega mağazalarla ve 24 saat alışveriş olanağı sağlayan internet fırsatları ile dolu bir dünyada yaşıyoruz. Her sosyoekonomik kesimden insan, kendini bu çılgınlığın içerisine atabiliyor. Tüm bunların insanı daha mutlu yaptığına dair bir işaret yok; hatta sonuç, tam tersi gibi görünüyor.
Bana gelince, biriktirdiğim tüm bu gereksiz şeylerden kurtulmak ve daha az ile daha iyi, daha zengin bir hayat yaşamak, 15 yıl, büyük bir aşk ve bolca seyahat gerektirdi.
Her şey 1998 yılında Seattle’da başladı; partnerimle internet danışmanlık şirketimiz Sitewerks’ü, hayatım boyunca kazanacağımı düşündüğümden çok daha fazla paraya sattık.
Kutlamak amacıyla, Seattle Capitol Hill mevkiinde, 4 katlı, 330 m² bir ev aldım; beraberinde de bir tür tüketim çılgınlığına girerek, yeni bir kanepe, 300$’lık bir güneş gözlüğü, bir ton gereksiz alet ve elbette ki siyah bir turbo Volvo.
Başarım ve getirileri, hızlı bir şekilde, yeniden normale geçiş yaptı. Kısa bir süre sonra, her şeye uyuşmuş gibiydim. Yeni Nokia telefonum, heyecanlanmamı ya da tatmin olmamı sağlamıyordu. Teorik olarak bir üst seviyeye geçmiş hayatımın neden daha iyi hissetmemi sağlamadığını ve neden öncesine kıyasla daha endişeli olduğumu merak etmeye başlamam uzun sürmedi.
Hayatım gereksiz bir şekilde karmaşıktı. Biçilmesi gereken çimenler, toplanması gereken dağınıklıklar, süpürülmesi gereken yerler, idare edilmesi gereken ev arkadaşları (bu kadar büyük bir evde yalnız yaşamak çılgınlık gibi gelmişti), yıkanması, tamir edilmesi, sigortalanması gereken bir araba vardı. Ben nasıl bu hale gelmiştim? Evim ve eşyalarım, hayatımda hiç başvurmadığım bir iş için yeni işverenlerim olmuşlardı.
İşler daha da kötüye gitti. Şirketi sattıktan kısa bir süre sonra, Bowne’un New York’taki ofisinde çalışmak için doğuya taşındım; kiraladığım 175 m²’lik evin yeni mobilyalara, ev aletlerine, elektroniklere vs ihtiyacı vardı – yani daha fazla zamana ve enerjiye.
Ve ev yine büyük olduğundan, kendimi ev arkadaşları bulmak zorunda hissettim – idare etmek için daha fazla zamana ve enerjiye mal olan arkadaşlar. Seattle’daki evim hala duruyordu; dolayısıyla aynı anda iki ev hakkında endişelenmek zorundaydım. New York’ta kalmaya karar verdiğimde, Seattle’daki evi kapatıp içerisindekilerden kurtulmak, bir servet ve eyaletler arası yolculuk dolu aylar demekti.
Belli ki şanslıyım; internet girişiminden bu kadar para kazanmak, herkesin başına gelen bir olay değil. Ama hayatı aşırı miktardaki eşya ile dağılan tek kişi ben değilim. Açıkça görülüyor ki devasa evlerimiz, sahip olduğumuz her şey için yeterli alanı sağlayamıyor – ABD’deki 22 milyar dolarlık kişisel depolama endüstrisi, bunun kanıtı.
Peki, öteye beriye taşıdığımız bu kutuların içerisinde tam olarak ne depoluyoruz? Tükettiğimiz ürünlerin çoğu, kutulara veya depolama alanlarına kadar gidemiyor bile; genelde çöpü boyluyorlar.
Bu sonu olmayan tüketim, mutlulukta ölçülebilir bir artışla sonuçlanıyor mu?
Northwestern Üniversitesinden psikolog Galen V. Bodenhausen tarafından yapılan bir çalışmaya göre, tüketim, sapkınlıkla ve antisosyal davranışlarla ilişkili. Tüketici aktivitesi, 1950'lerden beri önemli ölçüde arttıysa da mutluluk seviyesi yerinde saymaya devam etti.
New York’taki ilk aylarımda, biriktirdiğim aletlerin sapkın ya da antisosyal davranışlarımla nasıl bir ilgisi vardı, bilmiyorum. Yalnızca yaşıyor, bir türlü başlayamayan girişimlerde bulunmaya çalışıyordum – ta ki Andoralı güzellik Olga ile tanışana ve aşık olana dek. Eşyalarla olan ilişkim, hemen dağılmaya başladı.
Vizesi bitince, Barselona’ya peşinden gittim ve küçük bir dairede, mutlu ve sevgi dolu bir şekilde, İspanya’da kalmamız için hiçbir sebep olmadığını fark edene dek yaşadık. Birkaç kıyafet, biraz makyaj malzemesi ve birkaç laptopu toparladık ve yola koyulduk. Aralarda birçok duraklama yaparak Bangkok’ta, Buenos Aires’te ve Toronto’da yaşadık.
Hayatım, aşk ve macera ile doluydu; işimi de aksatmıyordum. Kendimi özgür hissediyordum; evi, arabayı ya da aletlerimi özlemiyordum, aksine kendimi geleceği olmayan bir işi bırakmış gibi hissediyordum.
Olga ile olan ilişkim nihayetinde bitti; ama hayatım asla eskisi gibi olmadı. Daha küçük yerlerde yaşıyor, daha hafif bir şekilde seyahat ediyorum. Daha fazla zamanım ve param var. Önceki devasa hayatıma kıyasla küçülen ayak izlerim, daha iyi hissetmemin en büyük sebebi.
Hayatımızdaki en iyi şeylerin eşyalar olmadığını sezgisel olarak biliyoruz zaten; mutlu bir hayatın esasları, ilişkiler, deneyimler ve anlamlı işler.
Maddi şeyleri ben de herkes kadar seviyorum. Ürün tasarımı mezunuyum. Aletlere, kıyafetlere ve diğer her türlü şeye ilgiliyim. Ama deneyimlerim, belli bir noktadan sonra maddi objelerin aslen desteklemeleri gereken duygusal ihtiyaçlara yer bırakmamaya dair bir eğilimleri olduğunu gösteriyor.
İhtiyacımdan fazla kaynak kullanmadığımı bilerek daha iyi uyuyorum. Daha azına sahibim – daha çok keyif alıyorum. Alanım küçük. Hayatım büyük.
Graham Hill
(Yazı NY Times'da yayınlanmıştır)