Gelenekler deyince aslında aklıma hep nereden geldiği değil de topluma nasıl yerleştiği daha çok kurcalıyor kafamı. Küçüklüğümden beri bazılarını beğensem de bazılarına anlam veremezken, yaş kemale erince insanın kararını kendisi veremediği her kuralın ne kadar yersiz ve saçma olduğunu kabul ettim. Hatta sırf bu yüzden evlilikten kaçan çok insan var diyebilirim. Hangi aşamasından başlasam bilemiyorum. Nişandan sonraki hatta düğünün son gününe kadar olan hazırlık sanki “uçurumun kenarındaymışsın da herkes arkandan bağırıyor” hissiyatını yaşatıyor insana. Hani herkesin “tatlı telaşlar” dediği o tanım var ya tam olarak neresinde yer alıyor bende bilemiyorum. Şaka şaka ucundan da olsa yakaladım o kısmı diyebilirim:)
“Kuaför Meselesi”
Her şey kız tarafı, erkek tarafı diye yapılan tanımla başlıyor bu işlerde. Mesela gelinin yanında kuaföre gidecek insanlardan, gelin arabasına binecek kişiye, kına gecesinde mendilleri dağıtacak kızlardan düğünde takı takılırken iğne tutacak kişiye kadar her şey de bir rol üstlenmesi, bir unvan olması insanı bir sinema filmindeymiş gibi hissettiriyor. Dalga geçmiyorum.
Kuaförüm Nurhan Kılıçlı’dan o kadar çok farklı hikâye dinledim ki, hayretler içinde kaldım. Örneğin, gelinin yanında gelen görümceler, kız kardeşler, kayınvalideler vs. bazıları gelinden güzel olma yarışına giriyormuş. Nurhan ablanın deyimiyle, “hepsi sanki yedek gelin olmaya gelmiş” hatta istedikleri olmayınca gelin başına ve makyajına da karışıyormuş. Neyse ki benim böyle hikâyelerim olmadı fakat konu bu değil, bunun anlamı nedir, insanları güzel gününde strese sokmanın, germenin gelenekteki yeri nerededir hiç bir fikrim yok. Olan varsa yazsın lütfen.
“Kız ya da erkek annesi olmak”
Bu maddeyi yazmak için en az 10 düğün hikâyesi dinledim diyebilirim. Bana göre o günün asıl kahramanı ve keyif alması gereken kişiler ailelerimiz. Öyle ya bugüne kadar her şeyi dört dörtlük hayatımıza sunan bu insanların bir köşe de oturup zevkle bizi izlemeye hakları olduğunu düşünüyorum. Ama bizde nasıl? “Aman Allah’ım” dedirtecek cinsten.
Kına günü kız annesinin rolü: “temizlikten perişan olmuş, koşturmaktan sesi kısılmış, her şeye yetişeceğim diye kıyafetini değiştirmeye bile vakti olamamış ve ona rağmen tebessümünden bir şey yitirmemeye çalışan o mükemmel insan. Böyle olmayıp o günün tadını çıkartanlar da vardır mutlaka, ama üç aşağı beş yukarı Türk toplumunda bu böyledir.
“Kız babası ya da erkek babası olmak”
Bu da diğeriyle benzerdir, fakat babaların yükü maddi anlamda hanımlardan daha ağırdır. Gelenlerle ilgilenmek, yolcu otobüs şoförü gibi oradan oraya servis yapmak, akşama kadar Google maps gibi yol tarif etmek, eve sürekli aş evi olmuşcasına marketten eşya taşımak, kapı kesenlere, çalgıcılara, çocuklara sağa sola tanıdığı tanımadığı herkese para vermek zorunda kalmak.
oplumuzdaki bahşiş olayını anlamak mümkün değil, salona ücret öderken her şeyi fazlasıyla alıyorlar, fakat düğün günü garsondan vestiyerine kadar yine herkes bir teşekkür misali harçlık bekliyor.
“Düğün Çarşısı”
Bunun mantığını hala anlayabilmiş değilim. Kız ya da erkek tarafı diye ayırmıyorum, mutlaka işe yaramayan sırf görselliği olsun diye aldırılan eşyalar topluluğu diye adlandırabilirim. Aslında çoğu ihtiyaç ama sorun şu ki hepsinin dar bir zamana sıkıştırılmış olması. Yani bu eşyalara ayrılan bütçe neden gelin ya da damada verilmez hiç anlamam. Ya da neden hepsi birden alınmak zorunda:)
Kendilerini yoruyorlar, ileri de çocuğum olursa kesinlikle
çarşı mağaza gezmeyeceğim:) bence büyük fedakârlık Lazım olur diye seferberlik çıkacakmışçasına yapılan yataklar, evde nasıl giyilecekse apartman topuğu tüylü terlikler, sanki evlendikten sonra o evin kızı olmayacakmış gibi çılgınca yapılan çeyizler, sonra hediye almak günahmış gibi üst üste verilen aynı hediyeler vs vs… Aklıma gelmiyor eminim daha da fazladır. Bu liste böyle uzayıp gider. Kimse hangi geleneği niye yaptığını da bilmez. Anne baba da karşıdır bu saçmalıklara ama kim olduğunu bilemediğimiz aslında bizzat kendimiz olan “toplum baskısı” dediğimiz şeyde sürüklenirken buluveriyoruz kendimizi. Sonrada iyi veya kötü diye anı olarak yerleşiyor hafızalarımıza…
Öncelikle şunu belirteyim ki yapılan her şey “başkaları ne der diye değil, nasıl mutlu olacağım” diye yapılmalı, en önemlisi zoraki değil, içinden gelerek yapılmalı. Böyle olduğu zaman insanları gülen gözlerinizle ikna etmek çok daha kolay oluyor, emin olabilirsiniz…
Güzel anıların hafızalarda kalması dileğiyle…