Nazım Hikmet’in Annesiyle Yahya Kemal’in Aşkı

Muallimim oldunuz ama babam olamayacaksınız! Yazar Aysel Hacır, Nazım Hikmet’in annesi Celile Hanım ile şair Yahya Kemal arasında yaşanan aşktan yola çıktı ve “Celile Hanım” romanını kaleme aldı. Başında Kavak Yelleri esen, babasından henüz ayrılmış olan annesini deli gibi kıskanan bir gencin cümlesi… 90 yıl önce telaffuz edilmiş ama unutulmamış, hatta Türk edebiyatında yer etmiş bir cümle. Neredeyse bir asır önce yaşanmış olan bir aşkın sonunu getiren bir cümle belki de… Nazım Hikmet’in annesi, ressam Celile Hanım ile Yahya Kemal’in nihayete eremeyen aşkını bitiren cümle: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz.” Alman ve Polonyalı paşaların torunu 1884’de Polonya ihtilalinden kaçan Borcenski, Osmanlı’ya sığınır. Türk tebaasına geçer ve Mustafa Celaleddin adını alır. Üst düzey bir Osmanlı paşası olan Mustafa Celaleddin’in oğlu Enver; Alman asıllı Müşir Mehmet Ali Paşa’nın kızı Leyla ile evlenir. Celile bu evlilikten doğar. “El bebek gül bebek” yetiştirilen, mürebbiyelerle büyütülen bir kızdır. Güzelliği dillere destandır. Dikkat çeken tek özelliği bu değildir üstelik, babası Enver Paşa’nın saraydaki yaverlik döneminde saray ressamı sıfatıyla İstanbul’da bulunan Fausto Zonaro’dan ders almış bir ressamdır. Celile 1900’lerin başında, dönemin valilerinden Nazım Paşa’nın oğlu Hikmet ile evlenir. İki de çocukları olur: Nazım ve Samiye… Celile çocuklarını büyütürken, söz konusu aşkın diğer kahramanı Yahya Kemal de Paris’tedir. II. Abdülhamid’in neredeyse herkesin peşine bir hafiye takıp saraya jurnallettiği dönemde, kendini hiç düşünmeden Messagerie Maritime’in Memphis gemisine atmıştır. Tek kelime Fransızca bilmeden hem de… Selanik limanında yolunu kesen gizli polislere “Efendi, ben Avrupa’ya kaçıyorum, orada Sultan Abdülhamid aleyhinde yazı yazacağım. Bu gemiden inmem, indirmek elinizdeyse indiriniz” cevabını vermiştir. 16 yaşında gittiği Paris’ten 28 yaşında döndü Paris’te Türk edebiyat ve fikir adamlarını bulur; Meaux Koleji’ne yatılı olarak yazılır. Fransızcayı iyice öğrendikten sonraki durağı ise Ecole Libre de Sciences Politiques’in Dış Siyaset bölümü olur. “Gerek tarihte gerekse şiirde zihnimin teşekkülünü bu döneme borçluyum” dediği Paris serüveni, Meşrutiyet’in ilanından dört yıl sonra, 1912’de sona erer. Henüz 16 yaşında, bir bilinmeyene doğru yol almak için terk ettiği ülkesine, 28 yaşında ve şiirde Türk kimliğine ulaşmayı şiar edinmiş olarak döner. Açlık grevindeki eski sevgiliyi görmezden geldi Celile Hanım ile Yahya Kemal’in ayrılıklarının üzerinden yıllar geçer, herkes kendi yoluna gider. Yahya Kemal elçilik göreviyle bir süre Avrupa’da kalır, sonra milletvekili olarak Meclis’e girer. Celile Hanım Paris’te resim çalışıp İstanbul’a döner, İbrahim adında bir paşazade ile kısa bir evlilik geçer başından. Ayrılıklarından 19 yıl sonra, 1938’de yeniden bir mektup yazar Yahya Kemal’e… Ama ne aşk vardır bu kez içinde ne de tutku. Oğlu Nazım Hikmet büyük bir şairdir artık ve dünya görüşü nedeniyle dönemin iktidarı tarafından hapislerde süründürülmektedir. Cumhuriyetin 15’inci yılı nedeniyle bir af tasarısı gündemdedir, o sıralarda Bursa Hapishanesi’nde bulunan Nazım da bu aftan yararlansın diye destek bekler Yahya Kemal’den. “Maziden gelen bir ses” olarak imzaladığı mektubunda “Onu himaye ederek kanayan bir anne yüreğini kurtarınız” diye yalvarır. Ama cevap alamaz. Ne evet ne hayır… Yahya Kemal susmayı seçer. Bir başka rivayet daha vardır. Artık gözleri zor seçen Celile Hanım, 1950 yılında oğlunun hapisten kurtulabilmesi için Galata Köprüsü’nde açlık grevine başlar. Köprüden geçen Yahya Kemal onu görür ama görmezden gelir, geçip gider. Celile Hanım 1956’da göçüp gider bu dünyadan, Yahya Kemal ise ondan iki yıl sonra… Geriye edebiyat dünyasında dilden dile dolaşan, hüzünlü bir aşk hikayesi kalır. Ne büyük aşkıyla evlendi, ne de bir başka kadınla… Bu ikilinin yolu 1916’da bir Bektaşi dergahında kesişecektir. Celile Hanım kıskançlık krizleri nedeniyle eşi Hikmet Bey’den ayrılmak üzeredir. Her ikisinin de Bektaşilikle uzaktan yakından ilgisi yoktur. Yahya Kemal’i Yakup Kadri, Celile Hanım’ı ise bir dostu götürmüştür Çamlıca Bektaşi Dergahı’na. Kaderin oyunu da denebilir, öylesine bir rastlantı da… Yahya Kemal Telaki şiirinde şöyle anlatacaktır: Yollarda kalan gözlerimin nûrunu yordum, Kimdir o, nasıldır diye rüzgârlara sordum, Hulyâmı tutan bir büyü var onda diyordum, Gördüm: Dişi bir parsın elâ gözleri vardı. Kıskanç bir âşık Dişi parsın ela gözlerine sahip olan Celile Hanım’la ondan dört yaş küçük olan Yahya Kemal büyük bir aşka düşerler o günden sonra. Şair, o sıralarda Heybeliada Bahriye Mektebi’nde ders de vermektedir. Öğrencilerinden biri ise sevgilisinin oğlu Nazım’dır. Eşinden boşanan Celile Hanım, sevgilisinin peşinde Ada’yla Nişantaşı’ndaki evinde mekik dokurken, Yahya Kemal de hafta sonları annesinin evine çıkan Nazım’a özel ders vermek üzere Nişantaşı’ndaki eve gelir. Yahya Kemal hem tutkulu hem de kıskançtır. Ruhunu bir burgaç gibi sıkan, “Bunca yıllık kocasını bırakan kadın, bir gün beni de bırakır” korkusudur belki de… “Kirpikleri süzgün o ihanet dolu gözler / Rikkatle bakarken bile bir fırsatı gözler” şaire göre… Ada’da olduğu bir akşam, Nişantaşı’ndaki sevgilisinin bir partiye gittiği şüphesi düşer yüreğine. Ne vapur vardır o saatte ne de motor. Zar zor bir kayıkçı bulur, “Hastam var” diye ikna eder. Git gide artan lodos ve balıkçının söylenmeleri eşliğine şehre varır. Nişantaşı’na geldiğinde neredeyse gece yarısı olmuştur. Kapıcıyı uyandırır, “Celile Hanım evde mi?” diye sorar. “Evde” cevabı kesmez onu, “Çık” der, “Bir daha bak”. Kapıcı çıkar, gelir haber verir: “Uyuyor”. Yahya Kemal o geceyi, apartmanın karşısındaki meyhanede geçirir. Sabah olunca da doğru sevgilisinin yanına gider. Celile Hanım durumu öğrenir ancak çok âşık bir kadının müsamahasıyla sarılır sevgilisine. Ancak genç Nazım hocasıyla annesinin aşkından memnun değildir. Bir gün hocasının pardösüsünün cebine şu notu bırakır: “Hocam olarak girdiğiniz bu eve babam olarak giremezsiniz”. Nazım; her ne kadar “Sana arzu ettiğin gibi ne zaman yuva yapacağım? Canımın içi, pek göreceğim geldi. Karıcığın Celile” diye mektuplar yazdığının farkında olmasa da; annesinin Yahya Kemal ile evlenmeyi hayal ettiğini anlamıştır. Acaba Yahya Kemal’in bu fikirden kaçtığını da anlamış mıdır? Yakup Kadri’ye “Bu kadar dile gelmiş bir kadınla ben nasıl evlenebilirim? Sonra herkes bana ne gözle bakar?” dediğini? Celile hanım hazırlıkları neredeyse tamamlamıştır. Yahya Kemal’in damatlık gömlekleri bohçalara konur, evi için eşyalar alınır, eşe dosta haber verilir. “Özür dilerim, evlenemem” Ve bir sabah kendisini beklerken Yahya Kemal’in mektubu gelir; onunla evlenemeyeceği için özür dileyen upuzun bir mektup… Celile Hanım okuduklarına inanamaz ama olmuştur işte, büyük aşkı son anda evlenmekten vazgeçmiştir. Celile, Paris’te alır soluğu; Yahya Kemal ise İstanbul’da kalır. Bundan sonra hayatına başka kadınlar da girecek ama hiçbiriyle evlenmeyi düşünmeyecektir. Kimilerine göre yaptığı hatanın farkına varmış ve kendini cezalandırmıştır. Değil evlenmek, bir ev sahibi olmayı bile reddeder. Hayatı otel odalarında, geçici evlerde, pansiyonlarda geçer… Bir gün Cahit Tanyol’a şunları anlatır: “Şair, büyük edip olmaktan daha öte önemli üç şey var: Birincisi evlenip bir yuva kurmak, ikincisi bir ev sahibi olmak, üçüncüsü bir tarafta kimseye muhtaç olmayacak kadar parası bulunmak. Ben bunların üçünü de yapamadım. Akşam oldu mu dostlar dağılır, evlerine gider. Ben şu otel odasında yalnızlığı bütün dehşetiyle duyarım. Ne şiir, ne kitap ve ne dostlarım beni bu korkunç yalnızlıktan çekip alabilirler”… Öldüğünde, evraklarının arasından kurumuş bir çiçek çıkar. Bir de not: “Aşkından vazgeçemediğim kadının, o veda gecesi nadide göğsünden aldığım çiçektir… 1919.” Bu,  birbirlerini son kez gördükleri yıl olacaktır. Kaynak: Milliyet.com.tr