Ulu önder’den ders niteliğinde politik ayarlar!

Gerekli gördüğünde diplomatik arenada da ders niteliği taşıyan eylemlerde bulunan Atatürk, kıvrak zekasıyla attığı her adım sayesinde topluma liderlik etmeyi sürdürüyor.


Mustafa Kemal, İngiliz komutanın masasına gitmeyi reddeder


İşgal yılları… Osmanlı ordusunun büyük çoğunluğu terhis edilmiş, orduda kalanların da silahlarına el konulmuştu. Yani ordu, aslında yoktu.


Beyoğlu’nda fink atmayı seven İtilaf Devletleri’nin askerleri, seçtikleri şık mekanlarda boy göstermeyi adet edinirler. O işgal günlerinden birinde Pera Palas’ta caka satan işgal kuvvetlerinin askerleri tek bir yöne doğru bakmaya başlar; köşede oturan Osmanlı subayına. Dikkat çekme konusunda zorlanmayan Mustafa Kemal’dir o subay. İşgalin komutanlarından General Harrington, Çanakkale’de efsaneleşen Mustafa Kemal’in masalarına “teşrif etme”sini teklif etmeye karar verir. Harrington, bu amaçla garsonu Osmanlı subayının masasına gönderir. Garson, talebi iletmesinin ardından Harrington’un yanına gelir ve Mustafa Kemal’in sözlerini aktarır: “Bizim adetlerimize göre ev sahibi davet eder, misafir de bu davete icabet eder. Kendileri burada misafirdir. Onlar, masama gelebilirler.”


Mustafa Kemal’den Sultan Vahdettin’e: “İngiliz güçlerine yaranmak isteyenler beni kandırmaya çalışıyor”


Milli Mücadele’nin başlamasına çok bozulan İngilizler, Mustafa Kemal’in başını çektiği direnişi engellemenin yollarını ararlar. Padişah Vahdettin’e talimat veren İngilizler, Mustafa Kemal’in geri döneceğini umarlar.


Türlü baskı yöntemlerine hatta tehditlere rağmen boyun eğmeyen Türkiye’nin gelecekteki Ebedi Şefi, umutları bir bir kırar ve hem İstanbul’daki teslimiyetçilere hem de işgalcilere korku salmaya devam eder.


Bugünlerde İstanbul’a telgraf çeken Anadolu direnişinin lideri, Vahdettin’e tarihi bir ayar verir. İşte o telgrafın ilgili bölümü:


“Padişahım! Hatırlarsanız; bana verilen görevlerin yapılması sırasında yabancıların ve bozguncuların mutlaka yalan dolana başvurup engeller çıkarması ihtimallerini daha İstanbul’da iken, konuşmam sırasında belirtmeye çalışmış ve böyle durumlar karşısında Ali İhsan ve Yakup Şevki paşaların düştüğü duruma giremeyeceğimi de ilave etmiştim… İşte milli vicdanın ciddi biçimde uyanışını ve ortaya çıkışını, uygun görmeyenler, vatanın zararına da olsa İngilizlere yaltaklanmayı meslek edinen zayıf karakterliler, bu kez beni kandırarak İstanbul’a getirmeye çalışıyorlar.”


“İhtimal Bazı Kafalar Kesilecektir!”


Kurtuluş Savaşı’nın başarıya ulaştırılması yeni ve dev bir soru işareti oluşturuyordu. Öyle ya; yedi düvel dize getirilmiş, Türk toprakları temizlenmişti. Peki şimdi ne olacaktı? Yönetim, yeniden tüm Osmanlı topraklarını ve devletin tüm kaynaklarını işgal güçlerine teslim eden, direnenlere “sakın ha!” diyen İstanbul’a ve dolayısıyla Padişah Vahdettin’e mi teslim edilecekti?
Bu soru işaretlerini gidermek isteyen Rauf Bey (Orbay), Gazi Paşa’nın da olduğu sofrada görüşlerini sunar ve Vahdettin yanlısı tutumunu belli eder. Rauf Bey’e destek veren bir başka önemli isim Refet (Bele) Paşa’dır. Onun görüşü de saltanat tarafını umutlandıracak türdendir.
Ve o meşhur gün gelip çatar. Mustafa Kemal’in TBMM’de kürsüdeki konuşmasını dinleyen ve Cumhuriyet’in ilan edilme kaygısını taşıyan Refet Paşa ile Rauf bey’in de aralarında bulunduğu milletvekilleri heyecanla karışık merak içindedir.


İşte o tarihi ayar: “Efendim, Hakimiyet, saltanat kuvvetle, kudretle ve zorla alınır. Osmanoğulları, zorla Türk Milleti’nin hakimiyet ve saltanatına el koymuşlardı. Bu tasallutlarını altı asırdan beri devam ettirmişlerdi. Şimdi de Türk Milleti bu mütecavizlerin hadlerini ihtar ederek, hakimiyet ve saltanatını, isyan ederek kendi eline bilfiil almış bulunuyor. Bu bir emrivakidir. Mevzuubahis olan, ‘millete saltanatını, hakimiyetini bırakacak mıyız, bırakmayacak mıyız’ meselesi değildir. Mesele zaten emr-ivaki olmuş bir hakikati ifadeden ibarettir. Bu, kesin olacaktır. Burada içtima edenler, Meclis ve herkes, meseleyi tabii karşılarsa, fikrimce muvafık olur. Aksi takdirde yine hakikat, usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir.”


Atatürk, İtalya’yı davet ediyor: “İsterseniz gelip Hatay’ı alabilirsiniz”


Gündemde Hatay meselesinin olduğu zamanlar… Avrupa’da yükselen faşizmin mimarlarından küçük enişte Mussolini, gözünü Hatay’a diker. Atatürk’ten randevu talep eden İtalyan elçinin de laf arasına sıkıştırmak istediği Hatay meselesi Atatürk için de önem taşır. Malum, o dönem Hatay anavatana henüz katılmamıştı.


Atatürk’le konuşan İtalyan elçi: “Ekselans, dün Roma ile yaptığım görüşmede Hatay meselesini konuştuk. Hatay’ı almak istiyoruz. Bu kararımızı size bildirmem istendi.”


Kısa süren sessizliği Atatürk bozar ve elçiden birkaç dakika izin isteyerek odadan ayrılır.

Döndüğünde mareşal üniformasını giydiği görülen Atatürk, silahını da kuşanmıştır. Telefonu eline alarak Fevzi Çakmak’a bağlanmak istediğini belirtir. Telefonun diğer ucuna bağlanan Çakmak’la konuşan Atatürk’ün ağzından; “Paşa, İtalyan dostlarımız Hatay’ı almak istiyorlarmış. Hazır mıyız?” sözleri dökülür. Fevzi Paşa’dan “hazırız” yanıtını alan Atatürk elçiye dönerek; “Biz hazırmışız. Roma’ya haber verin, isterlerse gelip Hatay’ı alabilirler.” sözlerini sarf eder.
Hatay, 1939’da yapılan bir referandum sonrası Türkiye’nin şehirlerinden biri oldu. İtalyanlar ise orayı almaya cesaret edemediler.


Not olarak düşmemiz gereken bir başka “Hatay” ayarı da Fransız “dostlara” verilmişti. Fransız gazetelerinin 1930’ların sonuna doğru “Mustafa Kemal hasta. Hatay ile ilgilenemez” söylemlerinin ardından doktorlarının “ölüm fermanınızı imzalamak olur” uyarılarına rağmen sıhhatini göstermek için o ünlü tren yolculuğunu yapmış ve ayrıca 19 Mayıs törenlerinde de boy göstermişti. Fransız dostlar, Hatay’ı almayı düşünüp Atatürk’e kafa tutamadığı gibi İkinci Dünya Savaşı’nda da birkaç haftalık süre içinde Hitler’e boyun eğmişti.


Bağımsızlığı önemseyen Atatürk’ün İngiliz komutanına verdiği ayar


Dünyanın beklemediği bir direnişle savaş alanında başarı kazanan Türkler, zaferlerini masa başında tamamlamayı ve taçlandırmayı alışkanlık haline getirmişti. Ebedi Şef Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı sonrasında en çok önemsediği konulardan biri de bağımsızlıktı. Osmanlı Devleti’ni her geçen gün çürüten, bitiren “iç işlerine müdahale” edilmesi Atatürk’ün kırmızı çizgilerinden birini oluşturuyordu.


İngiliz komutana da tarihi bir ayar veren Atatürk, bakın İngiltere’ye nasıl kafa tutmuştu…
Azınlıkları Türkiye’nin iç işlerine müdahale etmek için bahane gören İngiltere’ye Atatürk’ten sert tokat gelir.


Evet, Kurtuluş Savaşı bitmiş, istiklal için silahlı mücadele zaferle sonuçlanmıştı ancak İngiltere’nin sömürge umudu ve arzusu son bulmamıştı. Öyle ya, Güneş Batmayan İmparatorluk olarak nam salan koca İngiltere, dağılan Osmanlı Devleti’nin yerinde bitmek isteyen “bir avuç Türk”e mi pabuç bırakacaktı?


İngiltere, işte tam da bu nedenle İzmir’iin karşısında Ege sularında savaş gemileri bulundurmaya devam ediyordu. O donanmanın komutanı Atatürk’ü ziyaret edip “azınlıkları” bahane ederek Londra’ya müjde verme peşindeydi.


Amiral’i ağırlayan Atatürk, İngiliz komutanın ağzındaki baklayı çıkarmasını bekliyordu. O baklayı; “Ülkenizdeki vatandaşlarımız ve himayemizdeki azınlıkların durumu ne olacak?” sorusuyla çıkaran İngiliz komutan aldığı cevapla bozulur. Çünkü Atatürk, iç işlerine müdahale etmeyi amaçlayan bu soruyu; “Suç işlemeyenler güvende olacaktır. İşleyenler ise mahkemelerimizde yargılanacak ve gereken cezayı alacaktır.” cevabıyla savuşturmuştu.


Amiral sert taşa çarptığını fark etmez


Atatürk’ün bu cevabına öfkelenmeye başlayan İngiliz, olağanüstü durumlar yaşandığını ve Rumlar ile Ermeniler bu olağanüstü zamanda birtakım “şımarıklıklar” yaptıysa bile onların mazur görülmesi hezeyanını dillendirir. Ve İngiliz amirale göre “hoş görülmesi gereken” bu “şımarıklıklar” cezalandırılırsa tüm dünya Türkler aleyhine kıyameti koparırdı.


Amiralin sözlerinde “tehdit” hisseden Atatürk, gülümsemekten vazgeçip kaşlarını çatmaya başlar:


“Şu ‘efendi devlet’ rolünü bir kenara koyunuz amiral! Milletleri de tehdit etmekten vazgeçiniz! İngiltere ve müttefiklerinin kıyameti koparıp koparmayacağını düşünmem! Bunlar memleketimin iç işleridir; kimsenin bu işlere karışmasına müsaade etmem! …Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen leşlerini herhalde görmüş olmalısınız! Türk ordusu asayişi sağlayacak güçte olduğu gibi, limanı boşaltacak güçtedir de… Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum!


Atatürk “uşaklığı öğretemediği” için yakınıyor


Falih Rıfkı Atay’ın tarihçi Enver Behnan Şapolyo’ya dayandırdığı anıya göre tahtı devraldıktan sonra Atatürk’ü ziyaret eden 8. Edward Türkiye’ye gelir. Edward, kendisi için düzenlenen yemeğin konuğu olmanın verdiği keyifle etrafına gülücükler saçarken garsonlardan biri elindeki tepsiyi devirir. Ortalık buz kesmişken Atatürk devreye girer ve Edward’a dönerek; “Milletime her şeyi öğrettim ama uşaklık etmeyi öğretemedim.”


Konya İsyanı’ndaki balans ayarı


Kurtuluş Savaşı sürerken çomak sokmak için ellerinden geleni yapan işgal güçleri ve İstanbul Hükümeti, Milli Mücadele karşıtı olan isyanları da körüklemeyi ihmal etmiyorlardı. 1920’nin ortasında patlayan Konya İsyanı da bu Milli Mücadele’nin başarısız olması için malum kesimlerce desteklenen bir kalkışmaydı.


Özgürlüğe ket vurulması için türetilen bu girişim karşısında Mustafa Kemal‘in öfkeli olduğu gözlemleniyordu.


Mustafa Kemal, isyanın bastırılması için gerçekleştirilen bir toplantıda etrafındakilere elindeki sigarayı iki parmağının arasında söndürür ve gerekli mesajı verir: “Ateş nerede çıkarsa çıksın, o ateşi iki parmağımın arasında böyle ezeceğim!”