Ernest Hemingway’in Vazgeçemediği Okuma Listesi
İlk önce gazetecilikle uğraşması, yazarlığa geçtiğinde de bir gazeteci disipliniyle çalışmasının önünü açar.
Dahası; Hemingway’i özel kılan şeylerden biri de sade ve yalın yazma tekniğidir. Ancak bununla yazarın yavan olduğu sonucu asla çıkmaz.
Anna Karenina (Tolstoy)
Anna Karenina, Tolstoy’un başyapıtı olma konusunda Savaş ve Barış’la kol kola ilerler. Devrin pek çok Rus yazarı gibi Tolstoy da bu eserinde 19. yüzyıl Rus toplumunun bir profilini ortaya çıkarır. Tekdüze ve heyecandan uzak evliliğin içinde sıkışan Anna Karenina’nın hayatı, hatta ruhsal yapısı ileride tanışacağı bir adam dolayısıyla fevkalade değişecektir. Tanıtım yazısından: ‘’Tolstoy, Anna Karenina’da sıra dışı bir gözlem gücü ile aşk, evlilik, ihanet gibi temaların izini sürerken roman sanatına yepyeni ve uzun soluklu bir boyut katar. Modern dünya edebiyatının otoritelerince gelmiş geçmiş en iyi romanlardan biri olarak kabul edilen Anna Karenina, güncelliğini daima koruyacak bir eser.’’
Far Away and Long Ago (William Henry Hudson)
Henüz dilimize kazandırılmamış olan Far Away and Long Ago, Hemingway’in çok kıymet verdiği yapıtlardan bir diğeri. Arjantinli yazar Hudson’un Arjantin’in sömürgelerinde geçen erken dönem ve ilk gençliğini anlattığı eseridir. Biyografi unsurlarının kullanıldığı eser, bir yandan da dönemin Arjantin’ini öğrenmeye vesile oluyor. Umarız ki dilimize güzel bir çevirisi kazandırılır, diyelim.
Buddenbrooklar (Thomas Mann)
Geçtiğimiz yüzyılın en kayda değer yazarlarından Thomas Mann dilimizde de oldukça iyi biliniyor. Büyülü Dağ, Venedik’te Ölüm gibi yapıtlarının yanı sıra Buddenbrooklar bir başyapıtın izlerini taşıyor. Kuzey Almanya’nın Lübeck kentinde yaşayan zengin bir tüccar ailenin kuşaklar boyu serüveni ve nihayetinde çöküşü anlatılıyor. Açıklama yazısından: ‘’Orta sınıf yaşamının ustalıklı bir portresini çizen roman, aynı zamanda kaybolan burjuva değerler için bir ağıt niteliğindedir. 1929’da Nobel Edebiyat Ödülü’ne değer görülen Mann’ın bu dev yapıtı, modern edebiyatın klasikleri arasındadır.’’
Uğultulu Tepeler (Emily Brontë)
İngiliz romancı ve şair Emily Brontë, filme de uyarlanan Uğultulu Tepeler’le hemen tüm dillerin edebiyatında bilinir ve yankısı hala devam eder. Yazarın tek romanı olan bu başyapıt 19. asrın ikinci yarısındaki İngiltere’de, Victoria Dönemi’nde geçer. Unutmayalım ki yazarın muharrir olduğu yıllar erkek yazarlığı ön plandadır ve kadınlar onların gölgesinde kalır. Açıklama kısmından: ‘’Bu Victoria dönemi romanı, kimine göre dünyanın gelmiş geçmiş en büyük aşk romanı, kimine göre her okunuşunda değişik tatlar veren çağlar ötesi bir eser, ya da insanın içine işleyen bir anlatımla dile getirilmiş uzun bir şiirdir. Ölümünden bir yıl önce bitirdiği Uğultulu Tepeler’deki kişilerin yalnızca hayal ürünü kişiler olmadığı, Brontë’nin çevresindeki gerçek kişilerden derin izler taşıdığı da bir gerçektir. Sevgi, kin, nefret, öç alma tutkusu gibi güçlü duygularla örülü bu gençlik öyküsü, patladı patlayacak bir cinsellikle doludur.’’
Madam Bovary (Gustave Flaubert)
19. yüzyılın Fransız romancısı Gustave Flaubert’in, bu eseriyle pek çok otorite tarafından ilk realist romanı yazdığı düşünülür. Tabii ki yazarın yaşadığı çevre ve muhitten son derece esinlendiği yapıt 19. asır Fransız kadınının umumi hayattaki sıkışmışlığını anlatması bakımından çok önemlidir. Kitabın tanıtım bülteninden içeriğe dair bir alıntı aktaralım: ‘’Vasat bir doktorla evlendikten sonra boğucu taşra yaşamı içinde sıkışıp kalan genç ve güzel Madam Bovary, mutsuzluğu bir kader olarak kabul etmeye razı olmaz. Büyük hayalleri, hayattan büyük beklentileri vardır; okuduğu romanlardaki tutkunun ve romantik fantezilerin özlemiyle yaşar ve aradığı ideal aşkı bulmak için çıktığı yolda hiçbir fedakârlıktan kaçınmaz. Madam Bovary’nin bu mücadelesini ve sürüklendiği çıkmazı anlatan roman, tutkulu bir hikâyenin gerisinde evlilik, cinsellik ve zenginlik kavramlarını sorguluyor.’’
Savaş ve Barış (Tolstoy)
Dünyanın gelmiş geçmiş en büyük yazarlarından kabul edilen Tolstoy’un başyapıtı, klasikler arasında başı çeken eseridir Savaş ve Barış. İki ciltte toplanan eser birinci ciltte Napolyon’la açılışı yapar. 1812’de Napolyon’un Rusya işgali, bu harbin aristokrat çevrelerde yarattığı yerle yeksanlık anlatılırken ikinci ciltte de Fransız ve Rus ordusunun karşı karşıya gelişi ele alınır. Bunun yavan bir özet olduğunu bilmekle beraber tanıtımdan birkaç alıntı yapalım: ‘’Napolyon’un 1812’de Rusya’yı işgalini ve bu savaşın, özellikle aristokrat çevrelerde yarattığı altüst oluşu, son derece gerçekçi sahnelerle, ayrıntılı ve derinlikli analizlerle yansıtan bir başyapıt. Napolyon’un Moskova’yı işgali sonucu Fransız ve Rus askerlerini karşı karşıya getiren Borodino Napolyon’un Savaşı, toplumda büyük bir kargaşaya sebep olur. Kazananın belirsiz olduğu bu muharebede iki ordu da büyük kayıplar verir. Edebiyat tarihinde benzersiz bir yer biçilen savaş sahneleriyle akıllarda yer eden Savaş ve Barış, aynı zamanda bu büyük savaşın günlüğü olarak da okunabilir.’’
Avcının Notları (Turgenyev)
Belki daha çok Babalar ve Oğullar ile bildiğimiz Rus yazarı Turgenyev’in bu eseri ilk mühim nesirlerinden biridir. Burada direkt tanıtım bültenini aktarabiliriz: ”Avcının Notları, yazarın Oryol bölgesinde çıktığı av gezileri sırasında gözlemlediği soyluları, toprak sahiplerini, yoksul köylüleri, köy hekimlerini ve malikânelerdeki yaşamı anlattığı öykülerden oluşur. Turgenyev’in daha sonraki büyük yapıtlarının habercisi olan bu öyküler yayınlandıktan sonra yazar tutuklanmış, Petersburg’da bir ay hapiste kalmış, 18 ay süreyle de Spasskoye’de zorunlu ikâmet cezası almıştı. Bu kovuşturmanın nedeni, toprak sahiplerinin köylülere karşı zalimce davranışlarını sergilemesi ve serflik kurumuna yönelik eleştirileriydi.”
Kırmızı ve Siyah (Stendhal)
Fransız klasik yazarı Stendhal’ın başyapıtıdır. Eserin içeriğine dair doyurucu tanıtım bültenine hemen geçmememiz için bir neden yok: ‘’Fransa’nın küçük bir kasabasında, bir kerestecinin oğlu olarak dünyaya gelen Julien Sorel, genç yaşında yükselme ihtirasına kapılır. Çalışkanlığı ve dini eğitimiyle dikkat çeken Sorel, bir an önce bu kasabadan kurtulup Paris’e gitmeyi arzular. Böylece kırmızı ve siyah arasında yaşadığı çelişkiler de başlamış olur. Restorasyon Fransası’nın şartlarında yükselebilmek için genç Sorel’in önünde iki seçenek vardır: Ya siyahı seçerek yükselişine Kilise yolundan başlayacaktır ya da kırmızıyı seçerek askeri yoldan. Ancak bir yandan aldığı dinî eğitim, öte yandan Napolyon’a olan gizli hayranlığı bu seçimi yapmasını zorlaştıracaktır. Üstelik ihtirasla girdiği bu yolda karşılaşacağı iki farklı kadın, iki farklı aşk, kendini çok başka yerlerde bulmasına sebep olacaktır.’’
Parma Manastırı (Stendhal)
Yine Fransız klasikçisi Stendhal’la devam edelim. Yazarın en sağlam iki eserinden bir diğeri de Parma Manastırı olarak kabul edilir. Balzac’ın da övgüler dizdiği, çağın en nitelikli Fransız romanı olarak kabul ettiği Parma Manastırı aristokrat bir ailenin genç oğlunun hikayesidir. Tanıtım bülteninden: ‘’Avusturya adına casusluk eden aşırı muhafazakâr meşru babasından çok Napoléon için savaşan Fransız gayri meşru babasına çekmiş bir çocuk olarak: dik başlı, naif, idealist bir gençtir Fabrizio. Bir yandan da kadınları etkileyen bir yakışıklılığa sahiptir. Hiçbir hazırlığı olmadığı halde, Waterloo Savaşı’nın ortasına atar kendini. Yenilginin ardından İtalya’ya döner. Stendhal’in en önemli eserleri arasında gösterilen Parma Manastırı’nın başkahramanının önce hapishanade, sonra manastırda sıkışan, aşk hikâyeleriyle, saray entrikalarıyla dolu yolculuğu böyle başlar.’’
Dublinliler (James Joyce)
Ulysses gibi okunması, algılanması için fevkalade bir ön hazırlık gerektiren eserin de sahibi James Joyce Dublinliler ile yazarlık şöhretinin kapılarını aralamıştır. Eserdeki on beş ayrı hikâye birbirinden farklı statü ve mevkilerdeki insanların kaçış ve kaçamayış öyküsünü anlatıyor: Sokak sanatçılarından siyasetçilere, din insanlarından serseri çocuklara kadar bu kentten, Dublin’den gitmek isteyenler ve gidemeyenler… Arka kapaktan: ‘’Joyce bir ölümle başlayan ve “Ölüler” ile sona eren on beş hikâyesinde şehrin farklı katmanlarında gezinmekle kalmıyor, aynı zamanda şehrini ve İrlanda’yı özetleyen manevi felç, pişmanlık ve iki arada kalmışlık gibi hisleri de bu kitabın her bir satırına işliyor.’’