Atatürk’ü Düelloya Davet Eden Adam!
Alfred Rüstem Bey Anadolu’da ülkeyi savunma amacıyla kurulan derneklerden biri olan Adana Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti yöneticilerinden biri olur. Sivas Kongresi zamanında çağrılmadığı ya da görevlendirilmediği halde Sivas’ta ve Atatürk’ün yanında bulunur. Heyet-i Temsiliyemizin Sivas’ta Fransız delegeleriyle ve Amerikalı General Harbort ile yaptığı görüşmelerde çevirmen ve görüşmeci kimliğiyle bulunur. Ayrıca Mustafa Kemal Paşa’nın da danışmadır.
Alfred Rüstem Bey Atatürk’ün sevdiği isimler arasındadır. Onun danışmanı olmasının yanı sıra, Kurtuluş Savaşımızın başlangıcında Atatürk’ün yakın çevresindeki isimlerden de biri olmuştur. Sivas Kongresi’nin ardından, Atatürk ve Heyet-i Temsiliye birkaç arabayla Ankara’ya dönerler. Ankaralılar onları karşılarlarken Paşa’yla beraber Ankaralıları selamlayan az sayıdaki kişilerden biri de Alfred Rüstem Bey’dir. Vaktiyle Atatürk ile idama mahkûm edilen isimlerden biri de yine kendisidir.
Bu kadar ön bilgiden sonra düello hikayesine gelecek olursak:
Heyet-i Temsiliye üyelerinin çorba, pirzola, irmik helvalı bir menüyle ziyafet çektikleri bir akşam Alfred Rüstem Bey de oradadır. Yemek arasında sigara içerken Atatürk kendisine, dostane bir şekilde pirzoladan sonra sigara içmemesini, daha sırada helvanın olduğunu söyler. Alfred Rüstem Bey ise Paşa’nın bu dostça önerisini bir hakaret sayar ve sofrayı terk eder. Ardından dönemin milletvekillerinden Mazhar Müfit Kansu’ya Atatürk’le düello yapmak istediğini, silah seçme işini de Paşa’ya bıraktığını söyler. Mazhar Müfit Kansu da anılarında bu olayı şöyle anlatır:
“Ben hayretle Rüstem Bey’in yüzüne baktım:
—Düello mu?
—Evet.
—Paşa’yı öldürmek mi istiyorsunuz?
— Hayır, bilakis ben ona zarar vermeyeceğim, ben öleceğim veya yaralanacağım. Bu suretle haysiyetim muhafaza edilmiş olacak.
Bunun üzerine yarım saat kadar münakaşa ettik. Rüstem Bey’i kandırmak mümkün olmadı. Ben derhal Paşa’nın odasına gittim, akıl ve mantığın kabul etmediği, Rüstem Bey’in bu çocukça ve mecnunane teklifini, şaka ve alay tarzında bir ifade ile Paşa’ya anlattım, her ikimiz birer kahkaha salıverdik. Mustafa Kemal Paşa:
— Ne oldu bu adama, çıldırdı mı?
Ben: Aklından biraz zoru var galiba, bugün ne olmuş bilmem.
Mustafa Kemal Paşa: Demek ben de şahitleri tayin edeyim, öyle mi?
— Sade o kadar değil, silah intihabı da size aitmiş, bunu da intihab ediniz. Rüstem Bey’e tebliğ edeceğim.
—Acaba hangi silahı tercih etsek?
—Bence modern bir silah olsun.
— Yani ne demek?
— Süpürge sopası demek.
Uzun kahkahalarla bu görüşmeye nihayet verdik. Odama geldim. Rüstem Bey bekliyordu.
— İntihap ettiği silah nedir?
— Modern bir silah, şimdiye kadar düelloda hiç kullanılmamış bir silah.
—Neymiş o?
—Süpürge sopası.
Nihayet Rüstem Bey’e pek ciddî olarak dedim ki:
—Rüstem Bey, evvela sizi tahkir eden yok. Saniyen, bu hareketiniz şayi olursa arkadaşlar arasında kazandığınız mevki ve hürmeti kaybedersiniz. Salisen, böyle firengâne hareketler, sizi biz milliciler arasında fena bir mevkie düşürür ve hatta aramızdan geldiğiniz yere, yani İstanbul’a avdetinizi icap ettirir. İşte o zaman sizi bilenler arasında kovulmuş damgasıyla fena bir şöhret almış olursunuz. Odanıza teşrif ediniz de, müsterih olunuz, cereyan etmiş bir mesele yoktur. Kemafıssabık işimize bakalım. Rüstem Bey, biraz daha sözü uzattı ve nihayet bana da dargın bir şekilde odadan çıktı. Akşam yemeğine de gelmedi, ertesi gün gerçi göründü ama, hep çatık çehreli idi.”